AB’nin meşruiyet krizi
Bu hafta Avrupa haftası. +8 mayıs 1945 korkunç savaşın sonu (inşallah +8 mayıs 2013 de Kürt çatışmasının sonu olarak tarihe geçer), +5 mayıs 1949 Avrupa Konseyi’nin kuruluşu, +9 mayıs 1950 Avrupa Birliği’nin temelini atan beyanın yapıldığı gün.
Avrupa, kuruluşunu artık epeyidir kutlamıyor. İşler iyi gittiğinde dahi bu günlerin mana ve ehemmiyetini bilen pek yoktu. O günlerde tatil yapan avrokratların dışında!
AB projesini toplumlar lâyıkıyla sahiplenemedi, daha doğrusu sahiplenmeleri için çaba sarfedilmedi. Bugünün Avrupalı gençleri barışın değerini bilmedikleri gibi savaşın anlamını da bilmiyor. Refah ortamı hâkimken gözükmeyen bu sorun bugün ayyuka çıkmış durumda. Yapılan bütün kamuoyu araştırmaları vatandaşın AB’ye olan güveninin yerlerde süründüğünü gösteriyor. Bu aidiyet krizine bir de malî krizin yarattığı meşruiyet krizi eklemlendi.
Malî krizin bir meşruiyet ve dolayısıyla demokrasi krizine dönüştüğü epeyidir konuşuluyor. Özellikle avrobölgesine (Eurozone) dâhil ülkelerde vatandaş açısından sosyal güvenlik ağlarının erimesi ve kemer sıkma demek olan tedbirler, sonuçta seçilmiş hükümetlerin meşruiyet krizi olarak tecelli ediyor. Vatandaş hangi partiye oy verirse versin uygulanan iktisat politikası üç aşağı beş yukarı her ülkede aynı. Hoş, bu yeni değil ama ekonomik krizin maliyetini hiçbir siyasî parti üstlenmek istemediği için artık bir bakıma herkes muhalif ama muhalefetleri Brüksel’de kabul görmekten çok uzak.
Seçilmişlerin ve dolayısıyla demokrasinin yaşadığı meşruiyet krizi zaten sahiplenilememiş Avrupa projesine hiç iyi gelmiyor. Kolaycı çözümler öneren aşırı sağ ve solun zemin kazandığı, ırkçılığın arttığı, umutsuz insan topluluklarının herşeyi göze almaya hazır olduğu sert bir Avrupa’ya doğru gidiyor işler. Soru şu: Bu gidişatın sonu savaş mı? Hiç sanmıyorum. Anca birbirlerinin kafasına bomba yağdırır ve topyekûn yok olurlar. Avrupa’da savaş edebilecek kimse kalmadı.
Ama bocalama daha sürecek, zira yaşanan ulusdevlet sonrası bir sistem krizi. Müreffeh Avrupa’nın azla yetinmeye alışması gerekecek ki hiç kolay değil. Ve en önemlisi kendine yeni bir varlık nedeni bulması gerekiyor.
1945’ten bu yana beşeriyetin ilk ciddî barış projesini inşa etmiş Avrupa’nın projesini paylaşması yeni varlık nedenlerinden biri muhakkak. Bunun yolu esas olarak farklı kimlikli Türkiye’nin üyeliğinden geçiyor.
İkincisi ekolojik/çevreci toplum. Daha mütevazı, doğayla barışık yeşil ekonomi Avrupası.
İmkânsız değil bütün bunlar, zaten işler ister istemez oralara doğru evriliyor.
Sırbistan Kosova ve AB
Bütün olumsuzluğa rağmen AB bağlantılı önemli gelişmeler de yok değil. Yakın zamanda Balkanların kadim husumetlerinden Arnavut-Sırp çatışmasında mesafe alındı. Her iki ülkeye verilen AB üyeliği perspektifi sayesinde bir normalleşmeye doğru gidiliyor.
AB’nin kotardığı anlaşma 1999’da Kosova’nın ayrılmasıyla biten içsavaştan bu yana en ciddî merhale. Anlaşmaya göre Sırpların yoğun olarak yaşadığı Mitrovitsa bölgesinin kendine ait polis teşkilâtı ve mahkemesi olacak. İki ülke, birbirlerinin AB üyelik süreçlerine engel olmayacak. Bütün bunlar Sırbistan’ın Kosova’yı dolaylı tanıması demek. Üyelik günü geldiğinde de ilişkiler illâki tamamen normalleşecek.
Polonya ve AB
Polonya, bir zamanlar İrlanda gibi, AB üyeliğinin sunduğu avantajları en doğru kullanan ülke. Bu başarı yakın tarihinde görülmemiş bir özgüven getirmiş durumda. Lehler biteviye sızlanan “Eski Avrupa”yı anlamakta zorlanıyor.
9 milyon Leh Avrupa Sosyal Fonu’ndan meslekî eğitim destek aldı. Bu toplam nüfusun %15’i demek. Lehler Avrupa Yapısal Fonlarından 2007’den günümüze kadar 131 milyar avroluk 260.000 finansman talebinde bulundu. AB fonları sayesinde onlarca değerli tarihî bina restore edildi. Bayındırlık çalışmaları aldı yürüdü.
Malî krizden önce Polonya’da AB’ye olumlu bakanlar %80, eğitimliler ve gençler arasında %90 mertebesinde idi. Kriz sonrasında ise, aralık 2012 tarihli bir kamuoyu araştırmasına göre bütün olumsuz havaya rağmen AB üyeliğine karşı olanlar %15’te kalıyor.
Avrupa semaları hepten kararmış değil, zira hiçbir şey ak-kara değil. Avrupa haftası vesilesiyle hatırlayalım dedim.
Yarın 11 mayıs İstanbul Beyoğlu’da şehirdeki Avrupalı kültür merkezlerinin hazırladığı sokak şenlikleri var. Program pek zengin, katılmaya değer.
Bu yazı ilk olarak Taraf’ta yayınlandı. Yazarın izniyle burada da yayınlanıyor…
Related posts:
Cengiz Aktar: Demokratik meşruiyet krizi berdevam
Cengiz Aktar: [Yunanistan'da] Finans krizi değil sistem krizi
Cengiz Aktar: Aslına rücu
Cengiz Aktar: Fransa’nın seçimi
Cengiz Aktar: Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu
↧