Müzakere Süreci Karşısında İyimser ve İhtiyatlı Yazar Tipleri
Yeniden ön-müzakere sürecine şahit olduğumuz bugünlerde bir grup gazete yazarı arasında ilginç bir damgalama yarışı göze çarpıyor. Buna damgalama demek yadırganabilir, fakat karşıtını tanımlamanın sakınılmayan politik şehveti bu yargıyı bildirme hakkını bize veriyor.
Geçmişte yaşanan müzakere süreçleri karşısında taraflardan herhangi birinin haklılığına argümanlarını yatıran yazarlar, konumlarının gerektirdiği temkinlilik veya coşkuyu belli ediyorlar şu anda. Bunda garipsenecek bir şey yok. Fakat bu temkinlilik ya da coşkuların müzakere sürecini belirleme riski karşısında en azından bir teorik uyanıklığa baştan sahip olmamız gerekiyor.
Bugünkü tartışmalarda, iyimserlik-ihtiyatlılık karşıtlığında süren gerilimi/atışmayı birazda, söz sözleme ehliyetinin tasdik talebi-arzusu bağlamında düşünmek gerekiyor. Oysa atışmalar nedeniyle her an harcanacakmış gibi görünen bu iki kavramın da eşlik ettiği duyarlılıkların yokluğunda, sürecin gerilimini hiç kimse taşıyabilecek güce sahip değil.
Bütün müzakere ve müzakereye bağlı değişim süreçlerinde olduğu gibi, tarafların ya da taraflar içinde alt-grupların en azından verili sembolik-sosyal sermayelerini kaybetmeleri riski karşısında takınacakları tavırlara dair düşünmek bile, tek başına, ihtiyatlı hareketi ve yaklaşımı yedekte tutmamızı gerektiriyor. Buna karşın, her türlü gerilim ve risk karşısında, tıkanmayı aşmayı sağlayacak siyasal iradelerin yanı başımızda bulunacağına dair bir umut ve iyimserlik olmadan, takatimizin bu gerilimleri sırtlanmaya yeterli olmayacağını da bilmeliyiz.
Burada dikkatimizi çeken ihtiyatlılık – iyimserlik geriliminin açığa çıktığı yazılara bakarken bir şeyi rahatlıkla görebiliyoruz. Kamusal alanda ana-akım medya kanallarında kredibilitesi geçmiş dönemde ya da hâlihazırda yüksek olan isimler arasında görülen ayrışmanın da kısmen eşlik ettiği bir saflaşma, müzakere sürecine Kürt Meselesi dışından bazı gerilimleri de taşıyacaktır. Aynı zamanda eski-yeni seçkinler arası çatışmanın izlerini de gösteren bu konumlanmalardan çıkan argümanlar, çoğunlukla bloklaşma sonucu oluşan duygusal angajmanların izini taşıyor. Fakat bu izler/tortular bir kere yetkinlikle ifşa edilse bile silinmeyecektir, aksine herkes mevzisinin gerekliliğini yeniden kanıtlama çabasına meyledecektir en azından.
Siyasi iktidarın, ulusal sınırlarının çeperinde gelişen krizin içine sürüklenme riskinin yükseldiği bir dönemde Kürt Meselesinde yeniden müzakere kapısına dönmesi elbette ki benim için de bir umudun diri tutulması hatta iyimserliğe kapılanmak için tek başına yeterli bir neden. Fakat Hükümetle kader ortaklığına giren -ya da daha nötr bir tanımlamayla; siyasi krizlerin çözümü için Akpartinin geçmiş dönem performansından dolayı duygusal angajmanını devam ettiren- yazarlar grubu halihazırda kendilerinin umuduna eş bir umudu taşımayan ve ihtiyatlı olunması gerektiğini belirten karşı gruba yönelik ciddi bir suçlama eğilimi içine girmiş durumda. Bu eğilim aynı zamanda hükümetin gecikmiş ama beklenen atılımı karşısında ciddi şekilde rahatlayan, enerjisini son birkaç yıldır Akpartinin Ankaralılaşmadığını anlatabilmeye ayıran yazarların; karşı gruba, kendini haklılaştırmış bir öfkeyle yönelmesi olarak da tercüme edilebilecek bir içerik taşıyor. Burada kritik olan rahatlamaya eşlik eden öfke tonudur. Çünkü bu ton karşısında ki grubu damgalamaya yönelirken (“vijdan kuaförleri” damgası örneğinde görüleceği gibi – haklılığı bir tarafa) bir siyasi –medyatik tasfiye operasyonuna da malzeme taşıyor. Bizim için şimdiden dikkat edilmesi gereken bu operasyonun karşı kutbunu ne denli tahrik etmeye yönelebileceğidir. Savunmaya kışkırtılan kişiler, takipçi kitleleri nezdinde taşıdıkları güvenirlilik sermayesini, ilk tökezleme ya da duraksamada müzakere sürecinin aleyhine kullanmaya meylederlerse n’olacak? Kendini gerçekleştiren kehanete varmaya niyetli bir hamle sadece kahinin siyasi güvenirliliğini mi riske sokacak yoksa bütün süreci mi? ( Kaldı ki Ergenekon davası süreci ile başlayan bloklaşma, siyaset-bürokrasi içinde ki ayaklarından ayrıca Türkiye toplumu içinde de bir temsiliyete tekabül ediyor ve blokun zaman zaman kürt siyasetinden de müttefik bulabildiğini unutmamak gerekiyor. Hatta Erdoğan’ın kindarlık aşılayan bazı söylemleri bu bloğa kürt aşısının yapılmasına da bizzat imkan hazırlamıştı. Tam da bundan dolayı, kronikleşen Akparti karşıtlığı ile kürt meselesinde ki iyimserlik karşıtlığının bileşiminden şüphe etmenin gerekli ihtiyatın bir parçası olduğunu akılda tutarak bunları söylediğimi de hatırlatmalıyım.)
Bu yazıda ihtiyatlılık karşıtlarına yönelen üslubun nedeni, aslında siyasi akıllarını liderin karizmasına devreden, umudunu siyasi liderin aksiyonerliğine bağlayan yazar tavrının bugüne kadarki maliyetinin ağırlığı. Çünkü ihtiyatın elden bırakılmasının, Hükümetin angaje yazarlarını daha önce ne tür bir kindarlığa sürüklediğini görmüştük. (Elbette ki burada angajmandan bahsederken bir siyasi ya da iktisadi rant beklentisi ile angaje olanları kastetmediğimi belirtmeliyim. Burada, daha ziyade memleketin meselelerine ilişkin düşünmüş, çıkarımları doğrultusunda umudunu yatıracağı siyasi bir partneri tercih etmiş, fakat zamanla eleştirel mesafesini kaybederek angaje olmuş bir yazar tavrına dikkat çekmeye çalışıyorum.) İyi işler olacağını ve sorunların iyileştirileceğini umut eden, bu doğrultuda umut yatırdığı siyasi bloğun sorun çözmeye aday eylemi ile coşkuya kapılan bir iyimser-yazar tipi, daha önce örneğini gördüğümüz gibi, iyi işe karşılık vermediğini düşündüğü karşı siyasi bloktan ve o blokun kanaat üreticilerinden zamanla nefret etmeye başlarsa ne olur? İyimser yazarın bu süreçte büyüyen hınç ve öfkesi, zamanla körleşen siyasi angajmanı eşliğinde onun eleştirel mesafesini tüketiyorsa, burada artık kaybeden yalnızca bir yazarın kişisel güvenirlilik sermayesi değil, memleketin siyasi akıl bakiyesidir. Çünkü neredeyse her yazar tipinde biz bu eğilimin tekrarlandığını görebiliyoruz. Kanaat üretmeye aday olup, söz söyleme ehliyetine sahip olduğunu iddia ederek pazara giren Yazar, liderin tasdikçisi olup muhkem bir mevzi edinerek macerasına devam etmeye niyetleniyor. Maalesef her seferinde yenilenen bu macera Yazarın basiret kaybına uğramasına neden olurken; eleştirel mesafenin istikrarsızlığına dayalı güvenirlilik eksikliği nedeniyle, biz bu ülkede siyasi aktörler üzerinde baskı kurabilecek yazı kaynaklı bir moral güce de rastlayamıyoruz. Belki de bu yüzden bu ülkede sivil alanı kuşatan bir siyasal aktör tahakkümünden ziyade, tükenen ve kendini siyasi aktöre iliştiren Yazar becerisinden bahsetmeliyiz.
Umut edelim ki halkın basireti Yazar-ın basiretinden daha sahicidir.
↧