Özünde mesele bu sicildir…
* ilk bölümde ekonominin belirleyiciliğini vurgulamıştım. belki bu seçimlerde az da olsa etkili olacak bir boyut ise hayat tarzına müdahale konusu olacak. daha önce özellikle CHP’nin vurmaya çalıştığı ama pek de başarılı olamadığı bir alanda- çünkü CHP somut gelişmelerden çok kaygı politikalarına dayanıyordu- kendiliğinden bir başarı gelebilir. AKP iktidarı son yıllarda artık o kadar olağan bir şekilde yaşama biçimlerine müdahale etmeye başladı ki merkez sağda olup oyunu artık AKP’ye veren bazı seçmen grupları bile bundan rahatsız olur hale geldi. Belki ülke düzeyinde çok büyük bir oranda etkili olmayacak bu durum ama oy oranlarının başabaş gittiği bir çok yerleşim biriminde fark yaratabilecek.
* RTE ve çevresine dair tüm yolsuzluk iddiaları boşa çıksa bile ki 17 Aralık’tan beri içine girdikleri hırçınlık iddiaları kanıtlar gibi gözüküyor- bu kişilerin günahı kapalı kapılar ardında değil bizzat kamuoyu önünde yaptıkları üzerinden görülebilir. Gezi direnişinde ortaya çıkan hak ihlalleri, meydanlarda bizzat üretilen nefret söylemi, medyaya açık açık yapılan baskı vb bile sicili yeterince karartmıştır.
Mesele buradaki gibi dersane öğrencilerine su sıkacak hırçınlık…
* AKP gücünü hala sözlü kültüre dayanan bir propaganda ağına dayandırmaktadır. En son Twitter/ Sosyal Medya kampanyalarındaki yenilgilerini de gözönüne alırsak en çok başarılı oldukları alan sohbet ortamlarında, birebir ilişkilerde mesajı iletmek şeklinde olmaktadır. Liderlikle ilgili mitolojik anlatılar, karşı olunan grupla ilgili -bugünlerde cemaat- kamusal ortamda iddia edilse yarım gün bile sürmeden çürütülecek iddialar – bu sohbetlerde, çay içerken, çekirdek çitlenirken yayılmaktadır. Tüm geleneksel medya dominasyonuna rağmen kamusal tartışmaları yönetemeyip Milli Görüş’ün en güçlü olduğu alana geri dönülmüştür. Cemaatçileri suçlarken kullanırken “in” lafı aslında biraz Freudyen kayışla kendi durumlarını ifade etmede kullanılabilir. Yine aynı mantıklar kamusal çarpışma alanlarında yenilseler de hep aynı konuklarla/ yorumcularla kendi yayın organlarında kendi kitlelerine seslenme hali de bir tür içine kapanma, sözlü kültürün mediasyonu olabilir görülebilir. Tabi ki bu tarz Türkiye gibi bir ülkede başarılı olabiliyor. Ama arada Türkiye’yi de çok küçümsememek gerek. Bu ülkede gayet yetişmiş, eğitimli bir insan gücü de var. Artık “yazılı kültür”e göre kimliklenen bu kesime söz geçirememek de bir hırçınlaşma yaratıyor olmalı.
* Bu arada belki genel izleyici ilgilendirmeyen ama benim için önemli olan bir kaç gruba değinmek isterim. 90’lı yılların küçük ama dinamik radikal siyasal islamcı gruplarının nasıl da AKP yörüngesine giriyor oluşu artık şaşırtmıyor. Şimdi dönüp bakınca Türkiyenin siyasi meselelerine dair tek bir söylem geliştiremeyip uluslararası islami hareketin başarılarını sahiplenen bu gruplar AKP’nin yükselişinden sonra adım adım iktidara eklemlendi. Hala muhalif sloganları bezenip iktidar tetikçisi olabilmek heralde literatüre geçebilir. Bu sürece mezhepçi ve İran yanlısı oldukları için direnen son gruplar da 17 Aralık’tan sonra teslim olmuş gözüküyorlar. Bunda tabi Cemaatin anti-İrancı söylemi de etkin ama bu grupların bu kadar basiretsizce birden iktidar yörüngesine girmeleri ilginç. Bu çevrelerden kişisel olarak çok sevdiğim bir abinin “senin bilmediğin birşeyler var” söylemi tam da bir önceki maddede belirttiğim durum aslında. Her zaman kapalı kapılar ardında birşeyler olabilir ama bilmediğin şeyler var şeklinde görünürde savunulamayacak bir argümana sahip çıkmak biraz komplo teorisyenliğinden uzanıp gelen bir söylem…
İsrail üzerinden üretilen komplocu argümanlar en yoğun görüleni…
* komplo demişken tabi ki bu muhafazakarlığa özgü bir durum değil kesinlikle ama günümüz Türkiye muhafazakarlığının çok da yoğun olarak dayandığı bir kaynak. ne yazık ki neredeyse her siyasi çıkmazı komplo teorileriyle açıklamaya çalışmak artık olağan hale geldi. bu da demokratik sürecin işleyişi açısından sorunlu bir durum….
* Belki Stockholm sendromu yaşayan bazı “aydınlar”a da değinmek gerekir ama yoruldum şimdi. Halil Berktay gibi az bulunur niteliğe sahip entelektüllerin içine girdikleri durumlar biraz garip oluyor. Ama genel olarak konumlanmaya bakıldığında birkaç tane böyle kişinin çıkması ve artan otoriteryenliği geçmişten kalan bazı hesaplaşmalar yüzünden meşrulaştırmaya çalışmaları çok da üzücü olmamalı. Ben şahsen kendi alanında ürettiği güzel işlerden faydalanmaya çalışırım, gerisi de kendi ayıbı:)
Related posts:
siyasi gündemle ilgili bir takım gözlemler- 1
gözlemler- bölüm 2- abdullah gül, cemaatin 2 günahı, barış süreci
Yarın: SÖZLÜ TARİH KÜLTÜR SANAT ARAŞTIRMALARI SEMİNERİ
Erkan’dan Gezi Direnişi üzerine düşünceler (1)
Eylül korkusu… Toplum korkusu
↧