Photographs from Amasra (Photo credit: Wikipedia)
Kalan sahici birşey kalmadı
Yazın Ege adalarına Türkiye’den yine onbinlerce insan gezmeye gitti. Sayılar son yıllarda giderek artıyor. Yunanistan’ın uyguladığı kısa vizesiz geçişler ziyareti kolaylaştırıyor, eğer gümrüklerdeki yığılmayı göze alırsanız… Gidenler arasındaki tanıdıklarımdan doğrudan edindiğim ya da seyahat esnasında kulak misafirliğinden edindiğim izlenim insanların artık buralarda kalmamış olan, ebediyen yitirilmiş olan hoşlukların tıpkılarının oralarda muhafaza edilmiş olmasından duydukları haz duygusu. Bu cümleyi okur okumaz “Beyaz Türk’ün ucuz nostaljisi” diyen olacaktır kuşkusuz. Onlara sorum şu olacak: Bu topraklarda varolan hangi hoşluğu, âdeti, üslubu muhafaza etmek için çaba sarf ettiniz, onlara saygı gösterdiniz? Misalen Süleymaniye’nin siluetini muhafaza etmek için ne yaptınız?
Dostum, Türkiye’de ilk yayıncım Ömer Faruk Farsakoğlu aylar önce, nevzuhur bir kibir projesi münasebetiyle Turgut Cansever’in Osmanlı Şehri’nden şu satırları paylaşmıştı: “Nezih Eldem 1949-1950 senelerinde mimarlık kültürünü araştırmak için iki sene Roma’da bulunmuş. Bologna’da birkaç ay kalıyor, mahalle komitelerinin çalışmalarını takip ediyor. Orada şahit olduklarını anlatıyor. Mesela yaşlı bir kadın diyor ki: ‘Karşı kaldırımın değişmesine razı değilim. Ben 60-70 senedir burada oturuyorum, buradan karşı köşeyi seyrederken yaprakların arasından sızan güneş ışıklarının gelip orada farklı renkteki taşların üzerinde kıpırdayışının güzelliğini tarif edemem. Bu hayatımın bir parçası, gerçek bir güzellik. Bunu tahrip edemezsiniz.’ Evet, onu tahrip etmiyorlar.” Bizim memlekette ise tahribat resmî politika…
1910’lardan itibaren gayrimüslimlerin yok edilmesi ve kovulmasıyla dayatılan türkleştirme ve müslümanlaştırmanın sonuna geldik. Ortalıkta gayrimüslimleri hatırlatacak pek bir şey kalmadı. Alalım bizim Ege ya da Akdeniz kıyı yerleşimlerini. Binlerce kilometrelik kıyı şeridinde hayat neden ucube sitelerden ibaret? Yerel ahalisinden “arındırılmış” olduklarından. Yunanistan kıyılarının doğallığıyla Türkiye kıyılarının yapaylığı tam da bu. O yerlere gösterilen teveccüh de “kalmışlık” “kalabilmişlik” ile ilgili.
Ege’nin bu yakasında kalanların akıbetini her gün okuyor, görüyoruz. Sağda solda yerel dokudan soyutlanmış bina, mâbed ve insanlar… Anadolu’da birkaç Süryani yerleşimi ve tek bir Ermeni köyünün dışında yerel doku bitmiş. Ama bu gidişattan kimse azade değil. Sözkonusu olan türkleştirme ya da müslümanlaştırma değil artık topyekûn kimliksizleştirme!
Sınırsız tüketim, kentsel dönüşüm, ihya, mutenalaştırma, depreme dayanıklılık, koruma yerine kullanma, toplu konut, gayrimenkul yatırım ortaklığı, alışveriş ve yaşam merkezi, 2B, Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Yasa Tasarısı, ÇED muafiyeti, HES… Bütün bunlar eskinin ve farklının düşmanı, “temizlik” saplantılı, açgözlü, kiç, kimliksiz, koyu gri ve mühendislik hatalarıyla mâlul estetiğin kod adları.
İşin ironisi, bu estetiğin özendiricisi “muhafazakâr” AKP, taşeronu da… AKP’li olmayan mimarlarımız. Önümüzdeki seneler başta kimliksizleşmek olmak üzere kalkınmanın devasa bedeliyle hesaplaşmakla geçecek. İlk hesaplaşma yerel seçimler. Kimliğimizin özü, parçası olan şeylerin kalmasını istiyorsak siyasetçilerden taleplerimiz olmalı. En başta, bu topyekûn yıkımı durdurmak ve en azından seçime kadar lüzumsuz inşaat moratoryumu ilân etmek. Hodri meydan!
Bu yazı ilk olarak Taraf‘ta yayınlandı. Yazarın izniyle burada da yayınlanıyor…
Related posts:
Cengiz Aktar: Güneş enerjisinde nal toplamaya devam
Cengiz Aktar: Bir Akdeniz turu
Cengiz Aktar: Çılgın Kanal/Tükenmez/Jandarma
Cengiz Aktar: ‘Doğa, insan, kültür, kent tehlikede’ demek yasak
Cengiz Aktar: Anamuhalefet BDP
↧